kişi görüntüledi

8 Ocak 2012 Pazar

ÜÇ YÜZ SEKİZ

Kum yığınları… Düşten pamukların saçak saçak gölgeleri... Efkârlı deniz…

Terli avuçlarım avuçlarına sığınmıştı. Şansımız yoktu o gün de dünkü gibi. Yine denizin dalgalarıyla boğuşacaktık biraz maviye bulanabilmek için. Yine denizden çıkınca kumlar ılık olacaktı. Ve biz havlularımıza koşacaktık titreyerek.
Olsun! Her şey sana sarılmak için yeni bahaneler yaratıyordu bana. Ben daha sana yanaşmadan, sen bedeninle rüzgârı kesebilmek için üzerime eğilecek; koruyucu kollarını bana dolayacaktın.

Çakıl taşlarından umutlarımızı topluyorduk. Bütün sahil bizimdi! Kumsal boyunca denizin erittiği irili ufaklı benlikleriyle birbirlerine yaslanmış tüm taşlar… Her biri sana yazılmış bir öykü. Gözlerinin yeşili mi dersin, teninin pürüzsüzlüğü mü?

Sevdiğim, gururlu kırılgan meleğim! Tuttum küslükten habersiz saf, körpe mutluluğun güncesini. Geçirdiğimiz her harika gün için

Üç yüz sekiz yerine koyulmayacak yolculuk yapmışız zamanda. Üç yüz sekiz bin defa seni sevdiğimi fısıldamışım kulağına. Üç yüz sekiz milyon acelesiz minik öpücük saymış tenim dudaklarından. O en sevdiğim pembeler, beni seyrederken gülümseyerek bir üç gibi kıvrılmış her defasında. Her yeni güne seni ilk defa görüp sevmişim gibi uyanmış; sıfır’lamışım eskitilmişliklerimizi. Gözlerin en etkileyici bulduğum haliyle kısılmış ruhumun derinliklerinden görmeye çalışırken sonsuzluğu; çağrışımı sekiz. Üç yüz sekiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorum yazın